Ana içeriğe atla

“Yeni” CHP

“Yeni” CHP    
2011 seçimleri ardından bir yandan seçim değerlendirmeleri diğer yandan Türkiye’nin iki ana meselesi Kürt sorunu ve yeni Anayasa konusu siyasetin gündemine oturmaya başladı. Kürt sorunu Yeni Anayasa çalışmaları içinde ele alınacak gibi gözüküyor. Parlamentoya giren partiler ve bağımsızlar arasında sadece, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ve CHP seçim sürecinde yeni Anayasa ve Kürt sorunu konusunda somut öneriler dile getirdiler. AKP ve MHP genel söylemlerden öteye gitmediler. MHP kendisinden zaten beklenen milliyetçi pozisyonunda siyaset yaparken, AKP milliyetçi ve muhafazakar oyları almak üzere taktik olarak düşünülebilecek genel geçer söylemde bulunmakla kalmadı, “Yeni” CHPnin Kürt sorununa dair getirdiği çözüm önerilerine karşı saldırıya geçti.  Kılıçdaroğlu’nun  Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda  Türkiye’nin çekincelerini kaldıracağı taahhüdüne Erdoğan’ın  tepkisi alaycı ve eleştireldi: “CHP’nin yeni Genel Başkanı sakız isteyene sakız, gazoz isteyene gazoz veriyor. Elma şekeri isteyene elma şekeri veriyor. Hızını alamıyor, faşizm isteyene faşizm, komünizm isteyene komünizm, devletçilik isteyene devletçilik, özerklik isteyene özerklik vaat ediyor." ( Bknz. http://siyaset.milliyet.com.tr/isteyene-ozerklik-vaat-ediyor/siyaset/siyasetdetay/25.05.2011/1394310/default.htm) Başka bir konuşmasında Erdoğan,  Kılıçdaroğlu'na Hakkari mitinginde Türk bayrağı olmadığını hatırlattı: "Kılıçdaroğlu BDP'lilere Hakkari'de Türk bayrağıveremedi. CHP bayrağı verdi. Türk bayrağı Hakkari'de CHP mitinginde dalgalanmazsa eleştirilmeyecek mi? İyi mi yaptınız, denilecek. Türk bayrağının dalgalanmadığı yer olamaz. Pazarlık bunu gerektiriyordu çünkü Türk bayrağını BDP'lilerin eline verdiremedi. CHP'nin insanca düzeni yolsuzluktur, yoksuzluktur. CHP'nin hakça düzeni kuyruktur kuyruk.". (Bknz. http://www.sondakika.com/haber-erdogan-kimin-partisi-birinci-parti-olamazsa-o-2790380/ ) Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun getirdiği genel af önerisine tepkisi de aynı çizgideydi: Tunceli’ye gidiyor ana muhalefetin genel başkanı. Ne diyor, diyor ki ‘genel af çıkaracağız’ diyor. Bir defa ana muhalefetin genel başkanı sen bu yetkiyi nerden aldın, sana bu yetkiyi kim verdi? Parlamentonun yüzde 65’ine sahip olan AK Parti sana o yolda bir gıdım su içirmez, su. Sen neyin genel affını çıkarıyorsun. Şu bayrağımız, bu kırmızı rengini nerden alıyor biliyor musun, o şehitlerimizin kanından alıyor. Sen nerden aldın bu yetkiyi de böyle genel aftan bahsediyorsun?” (Bknz. http://siyaset.milliyet.com.tr/basbakan-dan-kilicdaroglu-na-sen-bu-yetkiyi-nerden-aldin-/siyaset/siyasetdetay/28.08.2010/1282222/default.htm Kılıçdaroğlu’nun, Ben belediye başkanı seçeceğim, sen içeri atacaksın; olur mu bu?” sözleriyle tutuklamalara karşı çıkarak  KCK davalarına eleştiri getirmesini de  ( Bknz.http://www.haberturk.com/gundem/haber/624088-kilicdaroglu-hapisteki-bdpli-baskana-sahip-cikti ) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ülke gerçeklerine ihanet olarak nitelendiriyordu:, “Sadece popülizm uğruna, bölgeden oy alabilmek uğruna KCK davası sanıklarını ziyaret edip Başsavcıyı sorgulamak fevkalede yanlıştır. KCK, PKK’nın şehir yapılanmasıdır. İddianame bunu gösteriyor. Belediye Başkanı da olsa, bir başkası da olsa bu davanın iddianamesiyle yargılanan insanlara sırf Hakkari’de kalabalık toplansın diye arka çıkmak ülke gerçeklerine ihanetetmektir." ( Bknz. http://www.iha.com.tr/gundem/kilicdarogluna-ihanet-suclamasi/176011 ) Erdoğan “biz hükümette olsa idik, Öcalanı yidam eder ya da hükümetten çekilirdik” sözleriyle seçim sürecini noktalarken (Bknz.http://www.zaman.com.tr/politika_ocalani-ya-idam-eder-ya-da-hukumetten-cekilirdik_1145050.html   , Kılıçdaroğlu seçim öncesi dile getirdiği,  barışa hizmet edecekse Öcalan ile de görüşülebilir” sözlerini seçim sonrasındaki ilk basın toplantısında da tekrarlamaktan çekinmedi.  ( Bknz. http://www.zaman.com.tr/politika_ocalani-ya-idam-eder-ya-da-hukumetten-cekilirdik_1145050.html )
Peki “yeni” CHP’nin Kürt sorunu ve demokratikleşmeye dair diğer somut önerileri neydi? Seçim bildirgeleri ve raporları incelemeye fırsat bulamamış olanlar, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun 5 Haziran tarihli Radikal İki’deki yazısından başlayabilirler:
“Türkiye’nin önünde, sürekli can kaybı yaşanmasına neden olan yakıcı bir mesele var: Kürt sorunu. Bu sorunun barışçı bir şekilde çözülmesi, tüm Türkiye’nin insan haklarına daha saygılı, daha demokratik, daha müreffeh bir ülke haline gelmesinin de önünü açacaktır. Doğu ve Güneydoğu’da siyasi baskılara son vererek, siyasetin önünü açarak toplumsal barışı sağlamak istiyoruz. Kürt yurttaşlarımızın kimliklerini yaşamalarının önündeki engelleri, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi kurarak aşacağız. 
...Bu yolda önerdiklerimiz, son derece somut ve gerçekleştirilebilir politikalardır: Uluslararası standartlara uygunHakikat Komisyonları yoluyla faili meçhulleri aydınlatacak ve kayıpların bulunması için araştırmalara başlayacağız. Adil yargılanma yoluyla da, sorumluların cezalandırılmasını ve “bir daha asla” fikrinin toplumda ses bulmasını sağlayacağız. Talep eden yurttaşlarımıza anadil öğrenimi olanağı sunacağız. Dersim askeri operasyonuyla ilgili arşivleri açacağız. Van Özalp’teki “Mustafa Muğlalı” Kışlası gibi geçmişte yaşanan travmaları hatırlatan isimleri devlet kurumlarından ve kışlalardan kaldıracağız. Diyarbakır Cezaevi’ni İnsan Hakları Müzesi’nedönüştüreceğiz. Koruculuk sistemine son vereceğiz. Mayınlı arazileri topraksız köylülere dağıtacağız. Demokrasinin derinleşmesi ve sorunların daha etkin bir şekilde çözülebilmesi için yerel yönetimler reformu yapacağız. Bu çevredeAvrupa Konseyi Yerel Yönetimler şartına çekincesiz taraf olmayı ve uygulamayı Türkiye ölçeğinde artık bir zorunluluk olarak görüyoruz. 
… Yargıya yönelik güvensizlik, hukuka olan inançsızlık, Türkiye’yi sivil bir çete devleti olmaya götürür. Bunun için, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının garanti altına alınmasını amaçlıyoruz. 
Yargıyı bağımsız hale getirebilmek için, 12 Eylül yönetiminden günümüze yansıyan çarpık hukuk anlayışını, antidemokratik kurum ve uygulamaları tümüyle tasfiye edeceğiz. “Gerçekten sivil bir demokrasi” için askeri yargının görev alanını daraltacağız. “Devlet Güvenlik Mahkemeleri”nin yerine reform diye getirilen, benzer özelliklerdeki “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri”ni kaldıracağız. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu kaldırıp yerine Yargıçlar Yüksek Kurulu’nu oluşturacağız. Yeni oluşacak yapıda Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın olmamasını ve yargıçlarla savcıların kurulda güvenceli biçimde temsilini sağlayacağız. 
...CHP, halkın oyları ile seçilen parlamentonun ve hükümetin yetkilerinin, hukukun öngördüğü demokratik kural ve kurumlar dışında hiçbir güç tarafından fiilen sınırlandırılmasını hiçbir şekilde kabul etmeyecektir. CHP, bu kapsamda, silahlı kuvvetlerin siyasete müdahil olmasına karşı çıkıyor. Silahlı kuvvetler, sivil otoritenin kontrolü altında bulunmalıdır. CHP iktidarında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalelerine zemin sunan, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi değiştirilecektir. 
Düşünce ve ifade özgürlüğü, demokrasilerin temelidir. Demokratik toplumun hiçbir üyesi, cinsiyeti, etnik kökeni, dini, mezhebi gibi nedenlerle ayrımcılığa uğramamalıdır. Bunun için, Türkiye’de ifade özgürlüğü önündeki bütün engellerin kaldırılmasını kendimize hedef biçtik. Her türlü ayrımcılığa, ayrımsızca karşı durmayı kendimize amaç edindik. Çoğulculuktan korkularak demokrat olunamaz. CHP, siyaseten çoğulculuğun önünü açmak için seçim barajının yüzde 5’e indirilmesini ve Siyasi Partiler Yasası’nın demokratikleştirilmesini talep ediyor. CHP, çoğulculuk temelli inanç özgürlüğünün de savunucusu olacaktır. 
İşte CHP’nin çılgın projesi budur: Türkiye’nin demokratik Türkiye’nin demokratik ve insan haklarına saygılı Avrupa Birliği üyesi bir dünya ülkesi olması, bölgede hem refahın hem de barışın merkezi haline gelmesi.Bir kitle partisi, değil son yıllarda, belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı biçimde, tamamen hak ve özgürlüklere dayalı politika önerileriyle seçmen karşısına çıkıyor. Sadece bu önerilerin güçlü biçimde dile getirilmesi bile, Türkiye’de demokratik dönüşümün, kalıcı olarak önünün açılmasının teminatıdır. Darbeler, çatışma, kutuplaşma, güç ve iktidar savaşlarıyla örülü siyasi bir geçmişi geride bırakıp yeni bir siyasetle, yeniden başlayabilir miyiz? İşte CHP’nin “mütevazı” çılgın projesi bu soruya “evet” demek. “
Görebildiğim kadarıyla, “yeni” CHP’nin önerileri anadilinde eğitim dışında Emek, Demokrasi  ve Özgürlük Bloku’nun bir çok önemli talebiyle ortaklaşıyor veya yakın duruyor.  Buna karşın, 14  Haziran’da BDP Eş Genel Başkanı Filiz Koçali Blok’un seçim sonuçlarının değerlendirildiği metni okurken CHP’ye şöyle seslendi: “Kılıçdaroğlu Kürt sorununda alternatif bir çözüm modeli üretmedi. Kılıçdaroğlu’nun politikası Bölge’de kabul görmedi. AKP iktidarı kadar CHP’ye de bu kritik süreçte önemli görevler düşüyor. Kılıçdaroğlu Kürt halkını görmezden gelen politikalarına son vermeli, bulunduğu muhalefet  koltuğunun  hakkını vererek ülkenin demokratikleşmesinde yerini almalıdır”
Diyarbakır milletvekili Altan Tan ise HaberTürk televizyonunun Teke Tek programında şunları söylüyordu: “Bizden daha fazla milletvekili olan bir CHP ve MHP var, ama ana muhalefet değil. Çünkü her iki partide Kemalizmin bugünkü yüzü. Biz onları bu mevcut sistemi devam ettiren partiler olarak görüyoruz. O yüzden ana muhalefet olamazlar.” 
Seçimin ertesi günü olağanüstü kurultay çağrıları yapan  CHP’nin eski Genel Başkan Deniz Baykal ve eski yöneticiler, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan  gelen bu eleştirileri ziyadesiyle hakkediyor şüphesiz. Ancak, Kılıçdaroğlu, Tanrıkulu ve CHP’nin seçim bildirgeleri ile Baykal ve eski CHP politikaları arasındaki farkları hiçe saymak ne kazandırır ve ne kaybettirir? Dahası, %26 gibi hiç de küçümsenemeyecek bir yüzde ile en çok oyu almış ikinci parti olan CHP’nin bu eleştirilen konuma geri dönmesi, bir başka deyişle, “yeni” CHP’nin sosyal demokrat yöndeki bu ciddi hamlesinin tersine çevrilmesi , Türkiye’ye ne kazandırır ve ne kaybettirir?
CHP sitesinde görülebilecek seçim bildirge ve raporları ile Kılıçdaroğlu ve mevcut yönetim  söz konusu siyasetlerini kapsamlı bir şekilde yazılı hale getirmişken  ve Kılıçdaroğlu mitinglerde bu çerçevede konuşmalar yapmış ve çeşitli konulardaki raporlar kamuoyuna basın toplantıları ile açıklanmışken, “yeni” CHP’nin  “Kemalizm’in  bugünkü yüzü” olarak tanımlanmayı  ve  “ Kürt halkını görmezden gelen politikalarına son vermeye”, “muhalefet  koltuğunun hakkını vermeye”,  “ülkenin demokratikleşmesinde yerini almaya” davet edilmeyi hiç ama hiç hakketmediğini düşünüyorum.
Şüphesiz Ergenekon davasının bazı sanıklarının ve bir kısım sağ politikacıların milletvekili adayı yapılmaları ve seçilmeleri “keşke olmasaydı” denilecek önemli  bir eleştiri noktası. Bu eleştiriyi yapmaya devam edelim.  CHP’nin sosyal demokrat çizgide siyaset yapması yönünde eleştirileri de hiç eksik etmeyelim. Ama “yeni” CHP’nin bu adaylar çizgisinde şekillenmesini istemiyorsak, seçim sürecinde ifade bulan rapor ve siyaset önerilerinin Ergenekon bağlantısı ya da yumuşak karnı  şüphesi  taşımaya imkan vermeyecek netlikte kapsamlı  içeriklerini  göz ardı etmememiz  gerekiyor.
“Yeni” CHP raporları ve söylemleri incelendiğinde yukardaki değerlendirmelerin değişeceğini düşünüyorum. Eğer kaygımız samimiyet ya da güvensizlik ise bunu da ancak birlikte yapılacak çalışmalardaki temaslarla test edebiliriz.
“Yeni” CHP yönetimi,  Kürt sorunu  konusunda getirdiği somut önerilerini –en azından kısa dönemde- Kürt oylarına tahvil edemeyeceklerinin sanırım herkes kadar farkındaydılar.  Aynı şekilde bu önerilerini  açıkladıklarında, gerek MHP gerek AKP tarafından BDP hatta PKK ile işbirliği yapmakla, bir başka deyişle, bölücü olarak  suçlanacaklarını da tahmin edebildiklerini düşünüyorum. Bu önerileri ile   CHP’ye oy verebilecek, ancak Kürt açılımının bölünme yaratacağı endişesi taşıyan, bir çok vatandaşın oylarını da kaybetme riskini de göze alınmış olduğunu da varsayabiliriz.
Peki, o zaman “yeni” CHP yönetimi neden “akıllı taktikçi” AKP gibi milliyetçi davranmayı ya da CHP geçmiş yönetiminin ulusalcı yaklaşımını yeğlememiş ya da en azından renksiz olmayı tercih etmemiştir?
Kürt sorunu konusunda, “Türkiye’nin önünde, sürekli can kaybı yaşanmasına neden olan yakıcı bir mesele var: Kürt sorunu. Bu sorunun barışçı bir şekilde çözülmesi, tüm Türkiye’nin insan haklarına daha saygılı, daha demokratik, daha müreffeh bir ülke haline gelmesinin de önünü açacaktır. Doğu ve Güneydoğu’da siyasi baskılara son vererek, siyasetin önünü açarak toplumsal barışı sağlamak istiyoruz. Kürt yurttaşlarımızın kimliklerini yaşamalarının önündeki engelleri, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi kurarak aşacağız.” sözleri  samimiyetin oy kaybetmek pahasına siyasete yansıması olabilir mi acaba? 
Samimiyetlerine inanmakta güçlük çekiyorsak bile  sol bir muhalefet  yapmak (ve Türkiye’nin geleceğini açabilecek adımlar) bu önerilerin hayata geçirilmesini istemekten mi geçmektedir yoksa onları yoksayarak eski CHP’yi siyasete davet etmekten mi?

Erdal Karayazgan 20.06.2011

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

  BİLGİ TOPLUMSALLAŞ(A)MADAN SİYASET TOPLUMSALLAŞABİLİR Mİ ? 2 004 yılında kurulan Sosyal Politika Forumu internet sitesinde bu forum hakkında şu bilgiler yer almaktadır. “ Sosyal Politika Forumu, sosyal politika alanında bilimsel araştırmaları teşvik etmek ve politika süreçlerine katkıda bulunmak amacıyla, Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulmuştur. Forum'un sosyal politika konularına yaklaşımı, vatandaşlık haklarını merkez alır ...Sosyal Politika Forumu'nun araştırma faaliyetlerinde benimsediği yaklaşım, sosyal politika süreçlerini ekonomik, siyasi ve sosyal boyutları ile birlikte dikkate alan bir yaklaşımdır... Forum'un öncelikli çalışma alanları: 1) yoksulluk, sosyal dışlanma ve bu sorunlara yönelik sosyal yardım mekanizmaları; 2) çalışma yaşamındaki gelişmeler ve düzenlemeler, sendikaların rolü; 3) sağlık, eğitim ve diğer sosyal hizmet alanlarındaki gelişmeler olarak sıralanabilir...Forum, öğretim üyelerinin, öğrencilerin, devlet ve sivil toplum örgütü temsi
  Siyasetin toplumsallaştırılmasında katılımcı bir çalışma : Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi 11 Kasım tarihli Birgün gazetesi Pazar ekinde Zeynep Oğuz tarafından hazırlanan “ Ders kitaplarında insan haklarının izi” başlıklı bir yazı yayımlandı. Bu yazı ilki 2001 yılı Ekim ayında başlanarak 2003 yılı Haziran ayında tamamlanan “ Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” nin 2007 yılında tekrarlanacağı müjdesini veriyordu. İlk proje, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) şemsiyesi altında Tarih Vakfı koordinatörlüğü ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın uzmanlık, Avrupa Komisyonu –İnsan Hakları ve Demokrasi Gelişimi Fonu Açık Toplum Enstitüsü’nün mali desteği ile yürütülmüştü. Eğitim-Sen’de bu çalışmaya destek vererek projeye katkıda bulunmuştu. Zeynep Oğuz yazısında ilk projeyi şöyle özetlemektedir: “ Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesinin birincisi, 190 ders kitabını Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ile diğer insan hakları kanunlarıyla karşılaştırılarak, öğretmenler v