Ana içeriğe atla

 

BİLGİ TOPLUMSALLAŞ(A)MADAN SİYASET TOPLUMSALLAŞABİLİR Mİ ?

2004 yılında kurulan Sosyal Politika Forumu internet sitesinde bu forum hakkında şu bilgiler yer almaktadır. Sosyal Politika Forumu, sosyal politika alanında bilimsel araştırmaları teşvik etmek ve politika süreçlerine katkıda bulunmak amacıyla, Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulmuştur. Forum'un sosyal politika konularına yaklaşımı, vatandaşlık haklarını merkez alır...Sosyal Politika Forumu'nun araştırma faaliyetlerinde benimsediği yaklaşım, sosyal politika süreçlerini ekonomik, siyasi ve sosyal boyutları ile birlikte dikkate alan bir yaklaşımdır... Forum'un öncelikli çalışma alanları: 1) yoksulluk, sosyal dışlanma ve bu sorunlara yönelik sosyal yardım mekanizmaları; 2) çalışma yaşamındaki gelişmeler ve düzenlemeler, sendikaların rolü; 3) sağlık, eğitim ve diğer sosyal hizmet alanlarındaki gelişmeler olarak sıralanabilir...Forum, öğretim üyelerinin, öğrencilerin, devlet ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı seminerler ve atölye çalışmaları düzenler, yayınlar yapar. Ayrıca, Forum, sosyal politika kararları ve uygulamalarında rol oynayan politikacılar, bürokratlar, gazetelerin köşe yazarları ve diğer fikir önderleri ile araştırma sonuçlarını paylaştığı toplantılar yapmayı ve bu şekilde politika süreçlerine katkıda bulunmayı amaçlar.”

Dört yıl hiç de az bir zaman değil. Ancak bu süreye bu kadar çok çalışmayı nasıl sığdırabilmişler diye düşünüyorsunuz çalışmaları görünce. Vatandaşlık haklarını merkezine almış Sosyal Politika Forumu'nun bu verimliliği dört yıldır içimi ısıtıyor. Çoğu zaman amacını bile aşan (haddini aşan da diyebiliriz) ekonomik verimliliğin tartışılmaz bir mutlak değer kılındığı bir düzende yaşayan bir kişi için farklı ve de hoş bir verimlilik bu. Kendi adıma Sosyal Politika Forumu'nun çalışmalarından çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Ancak, vatandaşlık haklarını dert edinen sol yelpazedeki insanlarımızın ezici bir çoğunluğu bırakınız bu çalışmalar hakkında bilgisi olmayı Sosyal Politika Forumu'nun varlığından bile haberdar olmaması ise insanı şaşırtıyor. Şüphesiz, bu durum ne Sosyal Politika Forumu'nun ne de yüreği solda atan insanların neden olduğu bir durum. Sorumlu olanların örgütlerin kurullarında görev alanlar olduğunu düşünüyorum. Siyasetin önemli bir “altyapısı” olan bilginin üyelere ulaşmasını sağlamak kurullarda görev alan kişilerin başlıca görevlerinden birisi olarak görüyorum. Bu görevin yani “bilginin toplumsallaşması” olarak adlandırdığım bir sorumluluğun yerine getiril(e)memesi başlı başına analiz gerektiren bir mesele. Bu yazıda “bilginin toplumsallaşması” konusu üzerinde sadece bir düşünme denemesinde bulunacağım. 

Kadınlar erkekler tarafından yüzyıllardır haklarından yoksun bırakılmış ve erkek ve kadın arasında eşitsizlik hala hüküm sürdüğü gibi, ayni şekilde, sol ve sağ siyasi hareketlerde, partilerde “kadrolar” ve“önderler” tabanı teşkil eden kitleyi siyasete etkin katılma hakkından mahrum bırakmış ve kadrolar ile taban arasında eşitsizlik halen hüküm sürmektedir (sadece "devrim" süreçlerinde bir süreliği kendiliğinden kendi kendini yönetmeye kalkan taban/halk daha sonra sağ ve sol iktidarlar tarafından ezilmiş ve örgütleri dağıtılmıştır.). Dolayısıyla, taban edilgen bir duruma itilmiş siyaset esasen  belirli kadroların yaptığı bir şey ola gelmiştir.

Bu siyasi yönelimin bir sonucu olarak örgütlerde kararların alınmasını kadrolardan beklemek olağan/normal bir durum haline gelmiş ve kadrolar örgütleri yönetir olmuşlardır. Kadroların “meşruiyet”lerini aldıkları en önemli dayanaklarından birisi göreceli olarak "bilgiye haiz olmaları"dır. Bilgi daha çok kadroların tekellerinde kalan bir şey haline gelmiştir. Bu döngünün kırılması ve  kadrolaşmanın ve "yönetici sınıf"ın olmadığı,  örgüt üyelerinin parti siyasetlerinin belirlenmesine -sözde kalmayarak- katılabilmeleri yani partide söz, yetki, karar ve iktidar sahibi olabilmeleri için bilginin örgüt üyeleri nezdinde toplumsallaşması olmazsa olmaz bir şart/aşama olarak gözükmektedir. 

Parti üyeleri büyük bir çoğunlukla çalışan insanlardır. Günlerinin büyük bir bölümüzorunlu emek süreçlerinde geçmektedir. Siyasete ayırdıkları zaman tüm özverilerine rağmen kısıtlıdır. Bilgilenmeye ayrılan zaman daha da kısıtlıdır. Bu kısıtlı zaman süreçlerinde bilgilerin kaynaklarına ulaşmak (bu belirli bir konuda çalışan akademisyenler için bile çoğu zaman mümkün değildir) mümkün olamayacağı gibi ikincil , kaynağa bile ulaşmak zordur. Hayat ve gelişmeler hızla akmakta, bilgi her geçen gün biraz daha çeşitlenmekte ve devasa boyutlara ulaşmaktadır. Örneğin bir ülkede bir kişinin tüm günlük gazeteleri bile takip etmesi pek mümkün olamamaktadır. Dergiler, kitaplar ve diğer yayınlar her geçen gün artan bir miktarda yayımlanmaya devam etmektedir. Bu şartlar altında işin yani siyasetin "uzman"larına yani parti "kadro"larına bırakılması gayet "normal" bir durum olmaktadır. Üyeler ve “kadro"lar arasında "bilgi hiyerarşisi" oluşmakta bu da “bilginin iktidarı”nı yaratmaktadır yani kadroların iktidarını. “Bilginin toplumsallaşması”, örgüt içi demokrasinin, üyelerin eşitliğinin ve özerkliğinin önünü açan önemli bir engelin aşılması olarak kabul edilebilir. “Bilginin toplumsallaşması” herkesin aynı bilgi ile donatılması gibi bir durumu öngörmez. Bu zaten mümkün olamaz. Jüri üyelerinin karar vermek icin nasıl hukukçuların bilgisine haiz olmaları diğer bir deyişle hukukçu olmaları gerekmiyor ise parti üyelerinin de her konuda derinlemesine bilgi sahibi olması zaten gerekmiyor. Parti üyelerinin belirli bir konuda farklı bilgi kaynaklarından farklı görüşlerin iletilmeleri ve böylece bu özel konuda kendi değerlendirmesini yapacak ve kararını verebilecek duruma gelmesi amaçlanmalıdır. Parti üyeleri (toplumsal düzeyde de vatandaşlar) karar vermek için  jüri üyesinin ihtiyacı olduğu kadar bilgi ile donanmalıdır. Amaçlanan bir "eğitim" programı değil "siyasetin birlikte üretilmesinin alt yapısına dair bir girişimdir. Mesele ufkumuzun genişletilmesi ki bu parti üyelerinin (vatandaşların) siyaset kavrayışını da derinden etkileyecektir.

İşte Sosyal Politika Forumu siyasette değerlendirilmek üzere yerel ve küresel düşünün muhtelif konularda bilgisini toparlanmış bir şekilde bizlere sunuyor. Bu bilgilerin toplumsallaşması yani siyasete aktarılması görev ve sorumluluğu da en başta sol siyasal örgütlere düşüyor. Sosyal Politika Forumu'nun “Yoksulluk, sosyal dışlanma ve bu sorunlara yönelik sosyal yardım mekanizmaları; sağlık, eğitim ve diğer sosyal hizmet alanlarındaki gelişmeler” konusunda şimdiye kadar yapmış olduğu çalışmalarını bir yazı dizisi ile aktarmaya çalışacağım. Amacım da sadece bu değerli çalışmalara ilgi uyandırmak olacak. Bu bilgilerin siyasete aktarılması ise ancak kollektif ve uzun soluklu bir çabanın ürünü olabilir.

Bilginin toplumsallaşması“siyasetin toplumsallaşması” için ön koşullardan sadece birisi olarak düşünülebilir. . Dolayısıyla, salt bilginin toplumsallaşması ile siyasetin de toplumsallaşmış olduğu söylenemez ancak, bilgi toplumsallaşmadan siyasetin toplumsallaşamayacağını da görmemiz gerekir.

Erdal Karayazgan 05.11.2008

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

  Siyasetin toplumsallaştırılmasında katılımcı bir çalışma : Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi 11 Kasım tarihli Birgün gazetesi Pazar ekinde Zeynep Oğuz tarafından hazırlanan “ Ders kitaplarında insan haklarının izi” başlıklı bir yazı yayımlandı. Bu yazı ilki 2001 yılı Ekim ayında başlanarak 2003 yılı Haziran ayında tamamlanan “ Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” nin 2007 yılında tekrarlanacağı müjdesini veriyordu. İlk proje, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) şemsiyesi altında Tarih Vakfı koordinatörlüğü ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın uzmanlık, Avrupa Komisyonu –İnsan Hakları ve Demokrasi Gelişimi Fonu Açık Toplum Enstitüsü’nün mali desteği ile yürütülmüştü. Eğitim-Sen’de bu çalışmaya destek vererek projeye katkıda bulunmuştu. Zeynep Oğuz yazısında ilk projeyi şöyle özetlemektedir: “ Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesinin birincisi, 190 ders kitabını Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ile diğer insan hakları kanunlarıyla karşılaştırılarak, öğretmenler v

“Yeni” CHP

“Yeni” CHP     2011 seçimleri ardından bir yandan seçim değerlendirmeleri diğer yandan Türkiye’nin iki ana meselesi Kürt sorunu ve yeni Anayasa konusu siyasetin gündemine oturmaya başladı. Kürt sorunu Yeni Anayasa çalışmaları içinde ele alınacak gibi gözüküyor. Parlamentoya giren partiler ve bağımsızlar arasında sadece, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ve CHP seçim sürecinde yeni Anayasa ve Kürt sorunu konusunda  somut  öneriler dile getirdiler. AKP ve MHP genel söylemlerden öteye gitmediler. MHP kendisinden zaten beklenen milliyetçi pozisyonunda siyaset yaparken, AKP milliyetçi ve muhafazakar oyları almak üzere taktik olarak düşünülebilecek genel geçer söylemde bulunmakla kalmadı, “Yeni” CHPnin Kürt sorununa dair getirdiği çözüm önerilerine karşı saldırıya geçti.    Kılıçdaroğlu’nun    Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda  Türkiye’nin çekincelerini kaldıracağı  taahhüdüne Erdoğan’ın    tepkisi alaycı ve eleştireldi: “ CHP’nin yeni Genel Başkanı sakız isteyene sakız, gazoz is